Volkan Şenol: Hoş bulduk öncelikle… Ben teşekkür ederim.
* Şenol bey, siz cankurtaransınız. Nerede görev yapıyorsunuz?
Evet, tam 30 senedir cankurtaranlık yapıyorum. Bu işe gönül verdim, kalpten. Batı Karadeniz’de Kilyos kıyı
şeridinde görev yapıyorum. Bu mesleğin dededen kalma olduğunu düşünüyorum. Çünkü benim dedem de bir
denizciydi. Denizci bir komutanın torunuyum ben. 30 senedir bu mesleğe hayatımı adadım. İnsan hayatına,
hayatımı adadım. Çocuklarım da denizci zaten…
ZEVK OLSUN DİYE CANKURTARAN OLANLAR ASLA İNSAN HAYATI KURTARAMAZLAR…
* Zor bir meslek değil mi cankurtaranlık?
Zor değil, çok zor… Çünkü öncelikle insanların hayatını kurtarmak için uğraş verirken, kendi hayatınızı da
tehlikeye atıyorsunuz. Ben 30 yıldır, kendi ailemden birisi boğuluyormuş hissiyle hareket ediyorum, boğulma
tehlikesi geçiren insanın yanına bu hissiyatla gidiyorum. Zaten böyle hissetmezseniz, bu işi lâyıkıyla
yapamazsınız. Böyle hissetmezseniz, yardıma ihtiyaç duyan o insanları kurtaramazsınız. Orada zevk olsun diye
cankurtaranlık yapayım derseniz, ‘3 ay çalışayım, sonra kafama göre gider başka iş yaparım’ diye
düşünürseniz bu işi yapamazsınız.
Çocukluğumdan beri bu işi yapıyorum. 30 sene diyorum ama aslında daha öncesi de var. 30 sene, sadece
profesyonel kariyerim. 30 sene öncesinde de büyük ağabeylerimizin yanında, bizden önceki cankurtaranların
yanında yer aldım ve kendimi yetiştirdim. 8-9 yaşındaydım, bir boğulma anı yaşandığında o ağabeylerimiz
harekete geçtiğinde ben de hemen tekneye atlardım. O günlerde bu aşk doğdu benim içimde. Bu işe gönül verdim
ve halen o ilk günkü aşk ile yapıyorum işimi…
9 yaşındaydım, bir boğulma anı yaşandığında o ağabeylerimiz harekete geçtiğinde ben de hemen tekneye
atlardım. O günlerde bu aşk doğdu benim içimde. Bu işe gönül verdim ve halen o ilk günkü aşk ile yapıyorum
işimi…
ADAMA SERTİFİKA VERİYORLAR AMA GELİN GÖRÜN Kİ YÜZME BİLMİYOR!
* Cankurtaranlığın püf noktası nedir? Mesela ben iyi bir yüzücüyüm. Sonrasında bir okula gideyim,
sertifikamı alayım ve gidip cankurtaranlık yapayım. Bu yeterli mi? Bu meslek, bu şekilde yapılabilir mi? 3-5
günlük eğitim ile cankurtaranlık yapılabileceğine inanıyor musunuz?
Vallahi güzel sordunuz! Şöyle cevap vereyim. Ben inanmıyorum. Benim gibi, yani benim kadar deneyimli, bu işe
bu kadar gönül veren insanlar da inanmıyor açıkçası. Ancak Türkiye’de maalesef sizin bahsettiğiniz şekilde
de olabiliyor. Bazı dernekler, bazı kuruluşlar, hatta federasyon da dahil; hiçdenetlemeden sertifika
veriyor. Genç, hevesli çocuklara sertifikalar dağıtılıyor. Bu çocuklar 3 ay, 5 ay, bir sene yapıyorlar bu
işi ve arkası gelmiyor. Sertifika bana göre gereksiz. Daha doğrusu bizim yaptığımız iş ile sertifikanın hiç
alâkası yok. Hatta aralarında dağlar kadar fark var.
Bu işi yapabilmek için ilk önce cesur olman lazım, cesaretli olman lazım. Bu işi yapıyorsan, büyük cesaretin
olması lazım. Sertifika adam kurtarmıyor! Prosedür gereği sertifika veriliyor. İşletmeler de sertifika
soruyor. Sertifika soruyorlar ama adam yüzme bilmiyor, adam kurtarmayı bilmiyor! Hiçbir şey bilmiyor
özetle…
Dalgasız bir denizde özellikle yaşlıların ve çocukların çok dikkatli olmaları gerekir. Cankurtaranların da
öncelikle bu kategorilere giren insanları takip etmesi lazım. Çünkü düzgün, dalgasız bir denizde bir anda
kaybedersin çocuğu, derine düşer ve boğulur. Yaşlılar için de durum aynı; Tansiyonu düşer, kalbi sıkışır,
başına güneş geçer, bir anda düşer denizin içinde ve o kalabalık içinde bulamazsınız
GÜNEŞ YAĞIMI SÜREYİM, SAHİLDE GEZEYİM, BÜTÜN KIZLAR BANA BAKSIN DİYENLER VAR!
* Birçoğu moda diye bu işi başlıyor olabilir mi?
Gençlik… Kız aşkı… Cankurtaran olayım, güneş yağımı sürüp sahilde yürüyeyim, kızların hepsi bana baksın! Bu
güzel ve doğru bir şey değil…
* Peki bu durumu denetleyen hiç kimse yok mu?
Denetleme var! Şöyle ama; Var mı evrakın, sertifikan? Var… Tamam işte! Bu kadar…
* Çünkü ben çok duyuyorum, Kilyos’ta değil ama başka bölgeler için… Özellikle Şile bölgesi… Şile’de maalesef
çok fazla boğulma olayı yaşanıyor. Orada kimse kimseyi kurtarmıyor mu? Sürekli ölüm haberleri alıyor ve
üzülüyoruz. Ne oluyor oralarda?
Karadeniz’in kıyı şeridi; Trabzon’dan bizim Kilyos’a kadar her tarafı aynı aslında… Aslına bakarsanız, orası
daha fazla medyaya düştüğü için, sürekli Şile ve boğulma haberleri yapıldığı için böyle bir algı var. Aslına
bakarsanız bütün kıyı şeridi tehlikeli. Fakat bilmezsen, denizi tanımazsan tehlikeli. Akıntı var sonuçta,
'rip' akıntısı var. Dalgalar geri dönerken kum da biraz oynuyor. Fakat bu durum sadece bir bölge için
geçerli değil; bütün Karadeniz kıyı şeridi aynıdır.
Biz, Kilyos’ta işimizi biraz daha sıkı tutuyoruz. Ayrıca bizim bölgemizde yıllardır bu işi yapan ve deneyimi
çok daha fazla olan arkadaşlar bulunduğu için ölümle sona eren talihsiz olaylar yok denecek kadar az
yaşanıyor. Bundan 10-15 sene evvel gerçekten çok fazla ölümle sonuçlanan boğulma olayları yaşanıyordu. Çünkü
deneyim yoktu, bilgi yoktu, denizi tanımıyorlardı.
Cankurtaranlık sadece kaba kuvvet ile yapılacak bir iş değil. En büyük yanılgılarımızdan biri de maalesef
şu; Bizim halkımız yüzde 90’ı "Ben iyi yüzerim" diye düşünüyor. Fakat iyi yüzücü olmak, cankurtaranlık
yapmak ile kaba kuvvetin uzaktan yakından ilgisi yok. Her şeyden önce denizi tanımak çok önemli. Hepimizin
bildiği gibi Türkiye, üç yanı denizlerle kaplı iki yarımadadan oluşuyor.
Bir kişi boğuluyor, on kişi onu kurtarmaya gidiyor ama hiçbirinin kurtarma konusunda bilgisi yok. Teşekkür
ederim hepsine cesaretli davrandıkları için ama sonra bir bakıyoruz; onbir kişi boğuluyor… O bir kişiyi
kurtarmak için yola çıkan iki cankurtaran, onbir kişiyi kurtarmak için uğraş veriyor. Bizi en çok yoran olay
bu.
DENİZİ TANIMAK ÖNEMLİ… AVUSTRALYA’DAN GELİP KARADENİZ’DE YÜZEMEYEN CANKURTARAN GÖRDÜM.
* Bir insan böyle bir durumda nasıl soğukkanlı kalabilir? Ben sualtında çok iyiyim mesela, tüple dalarım ve
zaten derneğe de üyeyim. Eski bir atletim ve çok iyi koşarım. Fakat bunlara rağmen tüpsüz suyun altında çok
uzun süre kalmam, kalamam ve denizde her zaman temkinli davranırım. İyi yüzerim, ama kendimi de asla
tehlikeye atmam. Hatta yanımdakilere de izin vermem.
Biz de boğulan bir vatandaşımıza koşarken orada bulunan bütün insanları uyararak giriyoruz denize… Çünkü bir
kişi boğulmak üzereyken iki cankurtaran onun yanına gitmeye çalışıyor. Ben, ekibimle beraber böyle
durumlarda, yani denizin tehlikeli olduğu durumlarda botla çıkıyorum kıyıdan. Koşarken de, bota çıkarken de
insanları uyarıyorum: "Kimse gelmesin" diye…
Çünkü çok olay yaşadık bu konuda… Bir kişi boğuluyor, on kişi onu kurtarmaya gidiyor ama hiçbirinin kurtarma
konusunda bilgisi yok. Teşekkür ederim hepsine cesaretli davrandıkları için ama sonra bir bakıyoruz; onbir
kişi boğuluyor… Bu durumda o bir kişiyi kurtarmak için yola çıkan iki cankurtaran, onbir kişiyi kurtarmak
için uğraş veriyor. Bizi en çok yoran olay da bu aslında… Ben okyanusta da yüzdüm, yurt dışında da çok
farklı bölgelerde denizlere gittim. Dünya Şampiyonaları’na katıldım. 2010 yılında Avustralyalılar ve Yeni
Zelandalılar ile sörf board şampiyonası düzenlendi. Dünyanın en iyisi, birinci sırasındaki cankurtaran
ekibiyle de çalıştım. Bu biraz da bulunduğunuz yer ile alâkalı bir durum. Ben Boğaziçi Üniversitesi
Mezunları Derneği’nin olan BURC Beach’teyim. Kendimi burada bir hayli geliştirdim. Çünkü burada çok önemli,
güzel aktiviteler oldu. Avustralya’dan gelip Karadeniz’de yüzemeyen cankurtaranlar oldu! Denize çıkamadılar,
benden yardım istediler. Bu benim için bir gurur elbette.
Çok kötü bir havada çıktım denize onların isteğiyle… Bana, "Biz çıkamadık denize, siz burada bunu nasıl
yapıyorsunuz" diye sordular. O günden sonra da beni Avustralya’ya davet ettiler. Gittiğimde gördüm ki, o
insanların helikopterleri bile var! Bizim hiçbir şeyimiz yok, sadece cesaretimiz var! Türkiye’nin bütün
denizlerini biliyorum. Sık sık tekrarlıyorum ama her şeyden önce denizi bilmeniz şart. Hepsinin ayrı ayrı
tehlikeleri var. Bu duruma da başka bir açıdan bakmak gerek aslında… Denizler tehlikeli diyoruz ama, aslında
insanlarımız tehlikeli… Denizde bir şey yok, ancak insanlarımızda bilgi az olduğu için deniz tehlikeli
oluyor. Yeterli bilgiye sahip olsak, o bilgilerin ışığında hareket etsek, deniz nasıl tehlikeli olabilir
ki?!
"Tehlike var" diyoruz, aldığımız karşılık şu oluyor: "Ben yüzme biliyorum!" Anlamadıkları şey ise şu: Yüzme
bilmek farklı şey, boğulurken kendini kurtarmak başka şey, boğulan bir insanı kurtarmaya çalışmak ise
bambaşka bir şey…
İYİ CANKURTARAN, İYİ BİR GÖZLEMCİDİR. HİSSEDER, BAKAR VE TEHLİKEYİ GÖRÜR…
* Boğulmamak için ne yapmak gerekiyor? Ya da şöyle sorayım; Boğulma anında bir insan sükunetini nasıl
koruyabilir?
Öncelikle insanların kontrollü bölgelerden denize girmesi lazım. Cankurtaranların olmadığı bölgelerde denize
girmemeleri lazım. Para ödemeyeyim, masrafım olmasın, 3-5 arkadaş gidip bir kayalıktan denize atlayalım diye
düşünmemek lazım. Çünkü orada, herhangi bir tehlike anında onları kurtarabilecek kimse yok. Cankurtaran, bir
insanın boğulduğunu ilk bakışta hisseder, anlar. Takip eder, görür. Cankurtaran görmezse zaten
cankurtaranlık yapamaz. Çünkü bir cankurtaranın en önemli özelliklerinden biri de çok iyi gözlemci
olmasıdır. Boğulma anında ise çok soğukkanlı olmak lazım. Boğulma tehlikesi yaşayan insan utanmayacak, gurur
yapmayacak, sesi çıktığı kadar bağıracak ve 'imdat' diyerek yardım isteyecek. Bu işin utanması yok, sonuçta
ipin ucundasın ve yardım gelmezse öleceksin.
Sakin olacaksın, zamanı çok hızlı değerlendireceksin ve tehlikenin hemen başında yardım isteyeceksin. Elini
kaldıracaksın, 'imdat' diyeceksin, 'kurtarın' diyeceksin. Gurur yapıp bağırmayan insanlar var. Kendi kendine
kurtulacağını düşünüyor, çaba gösteriyor ama bir süre sonra nefesi tükeniyor, su yutuyor. Bir şeyden
korkarsınız ve 'ödüm patladı' dersiniz ya… Denizde boğulmalar da işte böyle oluyor. Ayrıca bayılma durumu
olabiliyor. Boğulmak üzere olan bir insan bayıldığında, biz cankurtaranlar onu çok daha kolay denizden
çıkartabiliyoruz. Çünkü bayıldığında su yutmuyor, direnç göstermiyor, su yutmadığında da boğulmuyor insan.
Uyuyor gibi düşünün, bu durumda suyun üzerinde kalıyor zaten insan.
40, 45 dakikada canlandırdığımız insanlar var. Gerçek bir boğulma anı ise gerçekten çok tehlikeli… Yardıma
giden insanı da dibe çeker. Çünkü sizin insan olduğunuzun farkına bile varamaz, göremez. Boğulma anında
adrenalin öyle bir patlama yapıyor ki, korkuyla beraber karşıdan gelen insan mı, taş mı, odun mu, tekne mi;
onu fark edemiyor. Siz onunla konuşursunuz ama boğulma riski taşıyan insan bu konuşmaları bile fark etmez.
Çok ciddi bir şekilde boğulma riski yaşayan insanı kurtarırken, hemen arkasına geçmeniz lazım. Kesinlikle
önünde durmamak gerek. Onu kıyıya ya da tekneye götürürken sakinleştirici konuşmalar yapmak lazım. Belki
konuşmalarını net olarak anlamaz ama sen konuştukça, o insanın dikkatini dağıtır ve sana sarılmasını
önlersin.
Bir şey itiraf edeyim; Ben muhtemelen 70-80 kez ölmüşümdür! Bu insanlara tuhaf gelebilir ama yaşayanlar da
dediğimi iyi bilir. Cankurtaranlar bu dediğimi çok iyi bilir. Yaşamayanlar ise bu dediğime güler! Fakat
deniz tehlikeli ve boğulma çok farklı bir olay. Allah kimseye yaşatmasın. Yaz aylarına girmek üzereyiz ve bu
dergide bu röportajı yapmak gerçekten çok önemli… İnşallah okurlarınız bu röportajı okur, değerlendirir ve
bu konularda bilgilenir. Bir kişi bile kurtarmış olsak, dünyanın en önemli işini yapmış oluruz.
Avustralya’dan gelip Karadeniz’de yüzemeyen cankurtaranlar oldu! Denize çıkamadılar, benden yardım
istediler. O günden sonra beni Avustralya’ya davet ettiler. Gittiğimde gördüm ki, o insanların
helikopterleri bile var! Bizim hiçbir şeyimiz yok, sadece cesaretimiz var!
TRAFİKTE DE, MOTORDA DA, DENİZDE DE HEP ‘BEN USTAYIM’ DİYENLER ÖLMÜŞTÜR
* Zaten sizi davet etmemin, bu röportajı yapıyor olmamın nedeni bu… Doktor Kemale Musayeva, "Çok önemli bir
meslek" dediği an, bu röportajı yapmam gerektiğini düşündüm. Çünkü maalesef bilinçsiz insan sayımız bir
hayli fazla. En büyük hatayı her zaman "Ben çok iyi bilirim" diyenler yapar. Üstelik bu işin okulu da yok.
İnsanlar kursa gittiğinde oradaki hocalar da bu konularda ders vermiyorlar. Oysaki yüzme hocalarının
kursiyerlere boğulma ile ilgili de bilgiler, dersler vermeleri lazım. Ancak olay tamamen 'para' endeksli
olduğu için sadece insanlar geliyor, iki dakika yüzdürülüyor ve gidiyor.
Kesinlikle haklısınız. Hatta bu durum sadece deniz için de geçerli değil… Trafikte de, arabada da, motorda
da… Ustalar hep ölmüştür! Bu işin bir ayıbı yok aslında… Öğreneceksin. Çocukluğundan beri denizin içinde
yaşayan, yıllardır (aralıksız 30 yıl) cankurtaran olarak görev yapan biri olarak benim bile başucu kitabım
var bu konuyla ilgili… İnsanlar yurt dışında neler yapıyor, nasıl hayat kurtarıyor, bunları okuyorum. Halen
kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
* Devletin bir yaptırımı var mı peki? Sizin hayatınız garantide mi? Allah korusun; başınıza bir iş
geldiğinde herhangi bir tazminatınız var mı? Çünkü en nihayetinde sizler de tıpkı 'AKUT' gibi bir afet
anında insanların yanında olan kişilersiniz. En az 3 ay boyunca sahilde tetikte duruyorsunuz ve hayatınız,
kurtardığınız insanlardan bile daha çok tehlikede sonuçta.
Yok… Benin düşüncem şu: Devletin bizim yaptığımız işten haberi bile yok. Türkiye’deki bütün cankurtaranlar
adına konuşmak gerekirse; herkes çalıştığı beach’ten, otelden, plajdan maaş alarak geçiniyor. Bu insanlar
düzenli olarak sadece üç ay boyunca kazanabiliyor. Yaz sezonu, yani o üç ay bittikten sonra bu insanlar
(cankurtaranlar) ne yapıyor; kimsenin umurunda değil. Devletin kadrolu elemanı değiliz. Aslında olması
gereken bu… Yurt dışında cankurtaranların büyük çoğunluğu Devlet’e bağlı çalışıyorlar aslında. Türkiye’de
birkaç tane dernek var, federasyon var ama bana göre o kadar zayıflar ki… Ben kendi çabamla bir şirket
kurdum, kendim çocuklarımı yetiştiriyorum. Onların önünü de açmak istiyorum. Bir şekilde bireysel olarak
mücadelemi sürdürüyorum. Bu konuda 3-5 tane işadamıyla da konuştum, bana destek olmalarını istedim. Fakat
deniz olayına karamsar bakıyorlar, "Ya nasıl olacak?' diyorlar.
Ciddi bir boğulma anı gerçekten çok tehlikelidir. Yardıma giden insanı da dibe çeker. Boğulma anında
adrenalin öyle bir patlama yapıyor ki, korkuyla beraber karşıdan gelen insan mı, taş mı, odun mu, tekne mi;
onu fark edemez
BOĞULMUŞ, HAYATINI KAYBETMİŞ BİR İNSANI DENİZDEN ÇIKARMAK… BÖYLE GÖREV OLUR MU!
* Ben de bu yüzden soruyorum. Mesela denizde bir gemi batıyor yurtdışında, oraya bile Devlet’e bağlı
çalışan, Devlet görevlisi olan cankurtaranlar gidiyor.
Devletin hiçbir desteği yok bizlere. Oysaki Türkiye’deki bütün cankurtaranları Devlet’in desteklemesi lazım.
Çünkü insan hayatlarını cankurtaranlar kurtarıyor. Deniz Polisi, ölüm anında olay yerine gidiyor. Ölen
vatandaşımızı sudan alıyor. Jandarma da aynı şekilde. Sahil Güvenlik aynı, Kıyı Emniyet aynı. Olaydan sonra
gidip ölen vatandaşımızı sudan çıkartmak bir şey değil ki! Zaten deniz de kendi başına bunu yapar!
Sen boğulan, ölen kişiyi denizden çıkarsan ne olur, çıkarmasan ne olur? Önemli olan o insanların hayatını
kurtarmak değil mi? Cankurtaranlar olayın tam içinde. Çünkü cankurtaranların görev yaptığı yere hiç kimse
inemiyor, dalgalı bölge olduğu için. Ama bana göre bütün cankurtaranlar da kötü durumda… Çünkü 1 ay çalışan
da var, 2 ay çalışan da, 3 ay çalışan da. Oysaki hayat devam ediyor. Sezon bittikten sonra "Sen ne
yapıyorsun? Ne yiyiyor ne içiyorsun? Nasıl yaşıyorsun? Nasıl geçiniyorsun? Çoluk çocuğun ne yapıyor? Nasıl
doyuyorlar, nasıl okuyorlar?" kimse sormuyor.
Ben belki de çalıştığım yerlerden dolayı biraz şanslıyım bu konuda… Güzel kurumlarda çalışıyorum, daha
profesyonel düşünüyorum ve ona göre şartlarımı koyuyorum. Biraz önce de bahsettiğim gibi bir şirket kurdum
ve onu da geliştirmeye çalışıyorum. Bireysel olarak bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama yeterli oluyor mu
derseniz, olmuyor elbette…
Devletin hiçbir desteği yok bizlere. Oysaki desteklememiz lazım. Çünkü insan hayatlarını kurtarıyoruz
sonuçta. Deniz Polisi geliyor, ölen vatandaşımızı sudan alıyor. Önemli olan o insanların hayatını kurtarmak
değil mi?
BELEDİYE ‘AL SANA 50 CANKURTARAN’ DESE ALMAM. ÇÜNKÜ ONLARIN İÇİNDEN SADECE 2’Sİ YETERLİDİR
* Şirketiniz ne üzerine? Cankurtaranlık mı, sörf mü?
Cankurtaranlık… Şirketin adı Karadeniz Cankurtaran, Black Sea Resque Walk Extreme… Yıllardır orada genç
arkadaşları yetiştiriyorum, bröve’lerini aldırtıyorum. Ancak her isteyeni de kabul etmiyorum. İyi
cankurtaran olacak isimleri alıyoruz buraya. Yılların verdiği tecrübeyle, kimin yapacağını kimin
yapamayacağını anlıyorum artık.
Federasyon sadece havuza daldırtıyor ve bröve veriyor. Ben böyle yapmıyorum. Yetiştiriyorum, 'tamam artık,
oldu' diyorum ve bröve’lerini almaları için Federasyon’a gönderiyorum. İmkânım olsa bröve’yi ben de veririm,
ancak yasal açıdan bu hak, Federasyon’a ait. Federasyon’a gönderdiğim isimlerin hepsi de benim seçtiklerim.
Şu an benim seçtiğim ve bröve alması için Federasyon’a gönderdiğim çocuklar ile okyanuslara bile giderim!
Onlara bu kadar güveniyorum. O kadar iyi çocuklarım var, fakat halen Devlet’ten yeteri kadar destek
göremiyoruz.
* Peki, Devlet’ten hiç böyle bir istekte, talepte bulundunuz mu?
Vallahi ben çok uğraştım bu konularda. Araştırdım, öğrendim, çok uğraştım.
* Peki Büyükşehir Belediyesi’ne başvurdunuz mu?
Başvurmadım. Çünkü olay tamamen maddiyata baktığı için Büyükşehir Belediyesi konuya bizden çok daha farklı
yaklaşıyor. Maddiyattan bahsettiğim, bröve ile ilgili konular, yanlış anlaşılmasın lütfen. Şu an Büyükşehir
Belediyesi bana "Size 50 tane cankurtaran gönderiyorum, birlikte çalışın" dese, ben kesinlikle çalışmam.
Çünkü şundan eminim ki, ben o 50 adamdan 2 tanesini yeterli bulurum kendim için. Çünkü onların birçoğu para
ile bröve almış, buraları bilmeyen, buranın denizini tanımayan çocuklar.
Adam diyor ki, "Ben de şoförüm!" Hayır, değilsin. Sen sadece sürücüsün! "Ben de bilgisayar kullanıyorum"
diyor bir başkası. Tamam ama sen yazılımcı değilsin! "Ben de biliyorum" bakış açısına çok kızıyorum.
MESLEĞİN HER NE İSE ONU YAPACAKSIN… MESLEĞİNİ YAPANA DA SAYGI DUYACAKSIN
* Söylemek istediğim şuydu; Belediye’ye kayıt yaptırıp birlikte çalışmanız, az da olsa Belediye’den bir
bütçe alarak küçük bir garantiniz olması mümkün değil mi? Bunu neden söylüyorum; Çünkü Amerika’da bu işi
vilayetler yapıyor. Burada da İstanbul bir vilayet değil mi?
Fikir güzel elbette… Amerika’da da işleyişin böyle olduğunu biliyorum. Ancak bakın, ben profesyonel olarak
30 senedir bu işi yapıyorum. Şimdi Belediye’ye gidip böyle bir teklif sunduğumda, bana masabaşında oturan
bir yetkili denizi anlatmaya başlayacak! İşi kendi verdiği için, onunla beraber çalışacağım için kendisinde
bu hakkı görecek. Ben buna karşıyım!
Yanlış anlaşılmasın. Bu durum Belediye ile sınırlı değil. Halkımızın, kurumlarımızın büyük kesiminde bu
bakış açısı var. Mesela adam diyor ki, "Ben de şoförüm!" Hayır, değilsin. Sen sadece kendi aracının
sürücüsüsün! Şoför olabilmen için otobüs, kamyon, minibüs kullanıp o işten para kazanman lazım! "Ben de
bilgisayar kullanıyorum" diyor bir başkası. Tamam ama sen kendi bilgisayarını kullanıyorsun. Sen Bilgisayar
Mühendisi ya da yazılımcı değilsin sonuçta! Halkımızda işte bu var; "Ben de biliyorum", "Ben de anlıyorum",
"Ben de yaparım…" Bu bakış açısı doğru değil. Çok kızıyorum ve kabullenmediğim, kabullenmeyeceğim tek şey bu
bakış açısı…
Mesleğin ne ise onu yapacaksın ve mesleğini yapana da saygı duyacaksın.
Amerika’da çalışan arkadaşlarım var, orada bir 'polis' değerindeler. Denizi yasakladıkları an, kimse
giremiyor. Bizim burada ise, geçtiğimiz sene Şile’de cankurtaranları bıçakladılar, denize girilmesini
yasakladıkları için!
30 YILDA 10 BİN CAN KURTARMIŞIMDIR… AMA 10 TANE BİLE TEŞEKKÜR ALMAMIŞIMDIR
* En baştan anlatayım… Bu dergi enteresan bir şekilde çıktı. Ben dergici değilim, ama birileri bana "Dergi
çıkar" dedi. İnanın bana o kadar kazık yedim ki! Bununla da kalmadı, herkes bana "Ya bak kimse okumuyor,
kimse ilgilenmiyor, at çöpe bunu" dediler. "Kimse yazılı basın okumuyor", "Türk insanı okumayı sevmez"
dediler. Ancak ısrar ettim ve 5 yılda Dünya’daki bütün fuarlara soktum bu dergiyi… Amerika bizi almıyordu,
ben de "Irkçısınız" diye yazdım. "O fuarda 150-200 tane seni zengin eden Türk firması var ve sen Türk
basınını almıyorsun" diye yazdım. Vegas’ta Shot Show’da "Çılgın Türk Medyası" diye gazetede haberim çıktı.
Ve o fuara girdi benim dergim. Ben param olduğu için dergi çıkarmıyorum, bileğimin gücüyle yapıyorum bu işi.
Gördüm ki dergicilik, Dünya’nın en zor mesleklerinden biri. Tıpkı sizin işiniz gibi. Demek istediğim özetle
şu: Siz bir şeyi istiyorsanız, bastırmanız gerek.
Öncelikle tebrikler… Sonrasında da fikirlerinize katılıyorum. Ancak benim en çok gücüme giden, boğulan
insanı kurtardıktan sonrası… Biliyor musunuz; 30 senede 10 tane teşekkür almamışımdır! Belki de 10 bine
yakın insan kurtarmışımdır, abartmadan söylüyorum bunu. Belki de az söylüyorum. Çünkü insanlara şaka gibi
geliyor! 10 bin dediğinizde 'şaka' gibi geliyor. Ama değil… Bir tebessüm, bir teşekkür istediğimiz… O insan
senin hayatını kurtarmış. Belki "Boğulan insan seni mi düşünecek" diye sorabilirsiniz. Ancak düşünmesi
gerekmez mi? Bir tebessüm, bir teşekkür etmesi gerekmez mi?
BEN JOHNSON’IN DÜNYA REKORU KIRDIĞI SENE, BENİM DERECEM SADECE 1 SANİYE FAZLASIYDI
* Devlet’in bir açığı bu… Ama Türkiye’de genelde sporculara değer verilmiyor.
Kesinlikle… Büyük bir açığı hem de… Çünkü Türkiye genelinde düşünürseniz, yüzbinlerce cankurtaran var.
Spor konusuna gelince… Türkiye’de spor denince akla futbol geliyor. Geri kalan sporların hiçbir önemi yok
maalesef. Ben de futbol oynadım. 6 yaşımda futbola başladım, askerlik dönemime kadar çok iyi bir kulüpte
(isim vermeyeceğim) futbol oynadım. Türkiye’nin en iyi kulübünde atletizm yaptım. 100 metre koşuyordum, 100
metre engelli koşuyordum, 800 bayrak koşuyordum. Tekvando yaptım, kickboks yaptım, boks yaptım. Fakat
dediğim gibi Türkiye’de spor dediğinizde sadece futbol var! Geri kalan sporların hiçbir önemi yok.
Ben halen TRT1’de Olimpiyatlar’ı izliyorum. Fakat bütün kanalları aç, futbol futbol futbol… Evet, futbol da
bir spor; ancak tenis de bir spor, sutopu da bir spor. Anlaşılmaz olan bu; spor denince neden sadece futbol
konuşuluyor? Dünya’da böyle değil…
* Ben büyük paralar ile yapılan hiçbir sporu, spordan saymıyorum. Çünkü içerisinde büyük paralar ve
dolayısıyla bahis var. Mesela atletizm, dağcılık, Dünya’nın en iyi sporları ama maalesef seyircileri yok.
Muhtemelen aynı dönemde benzer sporları yapmışızdır. Ben Johnson’ın 1987 senesinde Dünya Rekoru kırıp
dopingli çıktığı o yarışı hatırlar mısın? Ben o yıl, sadece 1 saniye farkla koşuyordum! Dünya Rekoru
kırıldığında, ben o mesafeyi sadece 1 saniye farkla koşuyordum. Bu ne demek? Benim gibi bir atleti,
Türkiye’nin kaybetmesi demek. Neden? Destek yok, değer verilmiyor, yatırım yapılmıyor. Bunlar olsa, belki de
o yıllarda Dünya’daki yarışlarda Türkiye’yi temsil eden bir atlet olabilirdim 100 metrede. Hep Türkiye böyle
diyoruz ama elbette bırakmayacağız peşini…
EVİNİZDEN DENİZE EĞLENEREK GİDİYORSUNUZ. DENİZDEN EVİNİZE DE MUTLU DÖNÜN LÜTFEN
* Bize cankurtaranlık ile ilgili ve bu mesleğin geleceğiyle ilgili neler söylersiniz?
İlk önce halkımızın, kendini bilen insanların bu mesleğe, denize, orada görev yapan bütün arkadaşlara saygı
duymasını istiyorum. Cankurtaranların değerini bilmelerini rica ediyorum ve onlara destek, yardımcı
olmalarını istiyorum. Cankurtaranları hor görmemelerini istiyorum.
* 'Hor görmek' kısmını biraz açabilir misiniz?
Güzel okullarda okumuş, yüzme dersleri almış, maddi durumu yüksek olan bazı insanlar; orada insanların
hayatını kurtarmak için görev yapan cankurtaranlara karşı ukâlaca tavırlar sergileyebiliyorlar. Maalesef
böyle insanlar var. Fakat en temelinde konuya bakarsak; herkesin yaptığı iş ve uzmanlık alanı farklı.
Dolayısıyla herkes, diğer işlere de, o işin uzmanlarına, emekçilerine de saygı duymalı. Siz bu dergide bir
görev yapıyorsunuz ve ben size karşı bu konuda gerekli saygıyı gösteriyorum. Denize geldiğinizde de sizin
bana saygı duymanızı beklerim, isterim. Benim hayat prensibimdir bu… Taksiye bindiğimde taksiciye saygı
duyarım, muhasebeciye de, bilgisayar mühendisine de. Çünkü o iş, onun profesyonellik alanı… Bana gelip, "Ben
bilmem ne komutanıyım, açılım" diyenleri gördüm. Evet, sen bilmem ne komutanı olabilirsin ama denizde
açıldığında bilmem ne komutanı olduğun için boğulmuyor musun?! Boğuluyorsun… Kötü cesaretten uzak durmak
lazım.
Halkımız lütfen kontrollü bölgelerde denize girsinler… Bizler, cankurtaranlar olarak her zaman görevimizin
başındayız. 2 ay da olsa, 3 ay da olsa, yıllar da geçse görevdeyiz. Biz bu işi gönülden yapıyoruz, severek
yapıyoruz, hayatımızı ortaya koyarak yapıyoruz. Herkese kazasız belasız yaz ayları diliyorum. Kimse
ağlayarak evine dönmesin. Evimizden denize nasıl eğlenerek gidiyorsak, denizden evimize de aynı mutlulukla
dönelim.
30 YILDIR AYNI BÖLGEDE ÇALIŞIYORUM VE ŞÜKÜRLER OLSUN Kİ HİÇ HAYAT KAYBETMEDİK
Şükürler olsun ki, çalıştığım bölgede 30 senede hiç ölümle biten bir boğulma olayı yaşamadık. Çok insan
kurtardık. Kilyos kontrollü bölge ve birçok iyi cankurtaranımız var. Yıllardır tanıştığımız ve birbirimize
destek olduğumuz arkadaşlarımız var. Telsizle haberleşiyoruz, birbirimize yardıma koşuyoruz. Ancak
kontrolsüz bölgelerde çok boğulma olaylarına gittim ve maalesef çok fazla hayatını kaybetmiş vatandaşımızı
denizden çıkarttım.
En başta söylediğimi en sonda da söyleyeyim. Deniz aslında tehlikeli değildir, denizi tehlikeli hale
getirenler maalesef bizler, insanlarımız. Kurallara uyulsa, cankurtaranlar dinlense; Karadeniz en iyi deniz
aslında… En temiz, en hafif deniz Karadeniz… Kirli olmayan bir denizdir. Çünkü dalgalı olduğu için hiç kir
barındırmaz. Kirlense bile 1 saat içinde pırıl pırıl görürsünüz Karadeniz’i…
* Su, hiçbir pisliği barındırmaz. Önünde sonunda o pisliği atar içinden, temizler kendini. Son sözlerinizi
alalım…
Haklısınız… Çok güzel bir meslek cankurtaranlık… Aşk ile yapıyorum. İnşallah yaşlanana kadar bu mesleği
yapabilirim.
SADECE DESTEKLENMEK İSTİYORUZ… BEN 30 YILLIK BİRİKİMİMİ VERMEYE HAZIRIM
* Kazasız belasız bir yılınız olsun. Başta olduğu gibi sonda da size teşekkür ederim röportaj için.
Başarılarınızın devamını dilerim. Ama bence artık yumruğunuzu masaya vurma zamanınızın geldiğini de
söylemeden geçemiyorum.
İyi dilekleriniz için teşekkürler… Masaya yumruk konusunda da şunu söyleyebilirim: Ufak ufak vuruyoruz!
Desteklenmemiz şart… Bu konuda her türlü birikimimi de aktarmaya hazırım. Zaten gönülden yapıyorum, 30
yıldır hayatımı vermişim bu işe. Bu mesleğin gelişmesi için elimden geleni ardıma koymam. Ama bir kez daha
bilinsin isterim ki; Bu iş belgeyle değil bilgiyle yapılabilir bir iş…
* Volkan Şenol bey, umarım gelecek yıllarda yeniden röportajlar yaparız. Cankurtaranların feryadı
diyebileceğim bu röportaj da umarım insanların eline geçer, sesinizi duyurmuş oluruz. Bizim hedefimiz bu
camianın sesini duyurmak ve destek olmaktı. Ne zaman bir sıkıntı yaşanırsa da dergimiz sesinizi duyurmak
için burada…
Ben teşekkür ediyorum. The Great WildLife ailesine de selamlar gönderiyorum. Yoğun, zor bir iş yaptığınız
için hepinize büyük saygı duyuyorum. Allah hepimizin yolunu açık etsin.