TÜRK KÜLTÜR VE SANATINDA GEYİK SEMBOLİZMİ VE TÜRKLERİN GÖÇÜ...
Fatih Mehmet Yiğit
İslam öncesi Türk inanç, kültür ve sanatında; Geyik sembol ve motifi önemli bir yer tutar. Bu inanca
göre Geyik; 'yol gösterici, Tanrı katına erişebilen kutsal bir hayvan'dır. Geyiğin boynuzları,
'Hayat ağacını andırır' ve 'Hayat ağacı' ile ilişkilendirildiğinden; göğe Tanrı katına uzanı. Bu
nedenle geyiğin, iyi insanların ruhlarını Tanrı katına sırtında taşıdığına inanılmıştır.
Erken dönem Türk mezar ve kurganları ile taş betiklerde ve çizimlerde yoğun olarak geyik sembolünün
kullanılmasının bir nedeni budur. Daha sonraları bu taşıyıcı hayvan motifinde geyiğin yerini
'Pazırık İskit kurganı'nda görüleceği üzere geyik boynuzu süsü verilmiş at almıştır. Daha sonraları
da boynuzlu dağ keçisi almış, özellikle Gök-Türkler döneminde 'tamga' olarak sıklıkla
kullanılmıştır.
İslam sonrası dönemlere ise bu taşıyıcı hayvan 'boynuzlu koç' olmuştur. Koç başlı mezar taşları bunu
ifade eder. Ayrıca bazı mezar taşlarına konulan boynuzlu koç kafatası da bu kültürün devamıdır. Hâlâ
Anadolu'da 'Kurban Bayramı'nda kesilen kurban hayvanının, ölen kişiyi sırtında taşıyacağı, sırat
köprüsünü uçarak ve geçerek ölen kişiyi cennete taşıyacağına yönelik inanç, bu kültürün devamı
niteliğindedir.
Gök-Tanrı'ya sunulan adak ve kurbanlarda 'Geyik', 'At' ve 'Koç' kurbanlarının bir nedeni ise;
Tanrı'dan 'kut' almak ve dilekte bulunmaktır. Yine 'Kam/Şamanlar'ın ritüellerinde geyik boynuzlu
başlık giymeleri de sembolik olarak Gök-Tanrı katına erişmeyi ifade ettiğinden, 'kötü ruhları
kovucu' anlamını da taşımaktadır.
Konumuza dönersek... Geyiğin sesi de böğürmesi de kutsaldır. Bu nedenle Türklerce yapılan, savaşlarda
ve uzaklara haber iletmede kullanılan üflemeli çalgı olan 'Türk karay ve boruları' geyik sesini
taklit eder.
Türk Göktengri inancına göre, 3 bin yıllık 'Ruh taşıyıcı geyik taşları ve hikayesi:
Geyik taşlarının tarihi, Türk Devletleri'nin kurulduğu Moğolistan'da ve Kazakistan'da yatıyor. Moğol
bilim insanı Prof. Bayarsaihan Jamsranjav'a göre, bronz çağından kalma yaklaşık 3 bin yıllık
geyiklerin betimlendiği taşlara 'geyik taşları' denir. Bu oluklu taşlar, boynuzların boynuzlarını ve
gökyüzüne doğru uçan geyikleri içeriyordu.
Dünyada yaklaşık 'bin 500 anıt geyik taşı' var. Bu bin 500'ün bin 300'ü Moğolistan'dadır. Diğer iki
yüz anıt ise şöyle dağılır; Altay dağında 60, Yenisey'de 20 ve Sibirya'da 60 geyik taşı vardır. Doğu
Kazakistan'ın Tarbagatay dağlarında yaklaşık 40 geyik taşı var. Xinjiang Altay'da 92 geyik anıtı
var. Ayrıca Kafkasya ülkelerinde de 24 geyik anıtı vardır.
Üç bin yıl önce Türkler inanışlarına göre, ölen devlet adamları için kurganlar yaptılar. Kurganların
yakınlarına da geyik taşlarını diktiler. Bu geyik taşlarının kurgandakilerin ruhlarını gökyüzüne
taşıyacağına inanılırdı."
Üç bin yıl önce Türkler inanışlarına göre, ölen devlet adamları içinkurganlar yaptılar. Kurganların
yakınlarına da geyik taşlarını diktiler. Bu geyik taşlarının kurgandakilerin ruhlarını gökyüzüne
taşıyacağına inanılırdı.
Proto-Türkler'e ait Altay Kalpak Taş Petroglifleri, gece ve yıldızlar...v
Göğe yolculuk; uçmağa (cennete) / Tanrı katına varmak...
İdil Nehri, Türkler'in büyük göçlerinin önlerindeki en büyük engeldi. Aşılması en zor olan gürül
gürül akan nehri, Buzul Çağı'nın son evrelerinde (konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için: 'Türkoloji
Makaleleri' kitabımdaki, Türkler'in Büyük Kağanı Dünya Fatihi; Oğuz Kağan'ın Yaşadığı Çağ Ve
Coğrafya Üzerine Değerlendirmeler' adlı makalemi okuyabilirsiniz), yani M.Ö. 10 binlerde ilk
aşanlar, Oğuz Kağan destanında anlatıldığı üzere Oğuz Kağan ve savaşçılarıydı. Uygur harfleri ile
yazılı en eski Oğuz Kağan Destanında bu olay şu şekilde anlatılmaktadır:
Tan ağarınca Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli
büyük bir erkek kurt/börü çıktı. Bu kurt/börü, Oğuz Kağan'a hitap etti ve "Ey Oğuz, sen Urum (Batı)
üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum" dedi.
Ondan sonra Oğuz Kağan çadırını dürdürdü ve gitti. Gördü ki, askerin önünde gök tüylü ve gök yeleli
büyük bir erkek kurt yürümektedir ve kurdun ardı sıra ordu gelmektedir. Gök tüylü ve gök yeleli bu
büyük erkek kurt, birkaç gün sonra durdu. Oğuz Kağan da askeri ile durdu.
Burada İtil Müren adında bir deniz vardı. Bu İtil Müren'in kenarında bir kara dağın önünde savaş
başladı. Okla, kargı ile ve kılıçla vuruştular. Askerlerin arasında vuruşma çok oldu, halkın
gönüllerinde kaygı çok oldu. Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Müren'in suyu zencefre gibi
baştan başa kıpkırmızı oldu.
Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan, Urum Kağan'ın hanlığını ve halkını aldı. Onun
ordugâhına pek çok cansız ve pek çok canlı ganimet düştü. Urum Kağan'ın bir kardeşi vardı. Adı Uruz
Beg idi.
Bu Uruz Beg oğlunu dağ başında, derin ırmak arasında iyi tahkim edilmiş bir şehre yolladı ve «Şehri
korumak gerek, sen şehri bizim için koru ve savaştan sonra bize gel» dedi. Oğuz Kağan bu şehre
yürüdü. Uruz Beg'in oğlu, ona çok altın ve gümüş yolladı ve dedi ki «Ey (Oğuz Kağan), sen benim
kağanımsın; babam bana bu şehri verdi ve 'Şehri korumak gerektir; sen de şehri benim için koru ve
savaştan sonra gel' dedi. Babam (sana) kızdı ise, bu benim suçum mudur? Ben senin emrini yerine
getirmeğe hazırım. Bizim saadetimiz senin saadetindir; bizim uruğumuz senin ağacının ('?)
yemişindendir. Tanrı sana yer vermek lütfunda bulunmuş; ben sana başımı ve saadetimi veriyorum. Sana
vergi veririm ve dostluktan çıkmam» dedi.
Oğuz Kağan, yiğidin sözünü iyi gördü, sevindi, güldü ve "Sen bana çok altın yollamışsın ve şehri iyi
korumuşsun" dedi. Onun için ona 'Saklap' adını koydu ve onunla dost oldu. Sonra Oğuz Kağan, askerler
ile İtil adındaki ırmağa geldi. İtil büyük bir ırmaktır. Oğuz Kağan onu gördü ve "İtil'in suyunu
nasıl geçeriz?" dedi.
Asker arasında iyi bir bey vardı. Onun adı Uluğ Ordu Beg idi. O akıllı bir erdi. Gördü ki, bu yerde
pek çok dal ve pek çok ağaç var. O ağaçları kesti ve bu ağaçlara yattı, geçti. Oğuz Kağan sevindi,
güldü ve "Sen burada bey ol; senin adın Kıpçak Beg olsun" dedi.
Türk kültüründe geyik sembolizmi üzerine yapılan akademik çalışmalar son yıllarda artış göstermiştir.
Bu çalışmalar, geyik motifinin sadece sanatsal bir öge olmadığını, aynı zamanda Türklerin dünya
görüşüne dair önemli ipuçları taşıdığını ortaya koymaktadır. Geyik, Türk kültürünün sürekliliğini ve
dönüşümünü anlamak için anahtar bir figürdür.
"Ala Geyiğin Türküsü", Türk kültürünün kadim bir mirası olarak günümüzde de yaşamaya devam
etmektedir. Bu miras, geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturmakta ve kültürel kimliğimizin
önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Geyik sembolizmi üzerine yapılacak yeni çalışmalar, Türk
kültür tarihine dair anlayışımızı daha da derinleştirecektir.
Türk halk müziğinde geyik temalı türküler ve hikayeleri
Türk destanlarında geyik motifi ve kahramanlık anlatıları
Çağdaş Türk sanatçılarının geyik temalı eserleri
Çağdaş Türk sanatçılarının geyik temalı eserleri
Çağdaş Türk sanatçılarının geyik temalı eserleri
"Bazı Türk halkları soylarını kurttan, bazıları da geyikten getirmişlerdi. Çingiz-Han'la ilgili
mitoloji bu her iki motifi de birleştirmiş ve Çingiz soyunun babasını kurttan, annesini de geyikten
getirmiştir..."
ALASIĞIN/ALA GEYİK
Türk, Altay ve Moğol mitolojilerinde kutsal geyiktir. Değişik Türk lehçe ve şivelerinde Alageyik,
Alabolan ve Alabuğa olarak da bilinir.
Türk kültüründe sığın (geyik) kutsal bir hayvandır. Bazen erenler alageyiğe dönüşür. Bazı Türk ve
Moğol boyları soylarının bu kutlu varlıktan türediğine inanırlar. Çoğu zaman soyun bir kolu
Gökkurt'tan, diğer kolu ise Gökgeyik'ten gelmektedir.
Geyik sürülerinin başında bulunan kurtlara da Gökgeyik denilir. Geyiklerin boynuzları kamların en
önemli simgelerindendir. Bozkurt gökyüzünün, Alageyik ise yeryüzünün simgesidir.
Macarların ataları da bir geyiği izleyerek denizi geçmişler ve bu denizin ortasındaki yarı bataklık
bir adada türemişlerdir.
Anadolu ve Asya halılarında ve kilim desenlerinde geyik motifine resim veya sembol olarak sıkça
rastlanır. Günümüzde de geyik motifli kazaklar ve çoraplar sıkça karşımıza çıkmaktadır. Anadolu'da
alageyiği kovalayan ve kaybolan avcı motifi masallarda ve türkülerde sıkça görülür. * (Kurt, S. Nur
(2020). "Türk Mitolojisi Evreninde Geyik Motifi Üzerine Genel Bir İnceleme." Betik, S. 2, s. 60-73.)
Tekrar olacak ama yine de şu paragrafı da paylaşmak gerek: "Bazı Türk ve Moğol boyları, soylarının
bu kutlu varlıktan türediğine inanırlar. Çoğu zaman soyun bir kolu Gökkurt'tan, diğer kolu ise
Gökgeyik'ten gelmektedir. Geyik sürülerinin başında bulunup idare eden kurtlara da Gökgeyik denilir.
Geyiklerin boynuzları kamların en önemli simgelerindendir. Kubamaral dokuz boynuzlu, boynuzları
dokuz budaklı olarak betimlenir. Bozkurt gökyüzünü temsil eder. Alageyik ise yeryüzünün simgesidir.
* (Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt, Türkiye, 2011/Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Cilt-1,
Sayfa 575)
Geyik sembolü, Türkiye Türkleri'ne ait kültür ve sanatta önemli bir yer tutar. Anadolu'nun ilk
'Akıncıları'ndan Seyyid Battal Gazi Destanı, tıpkı Ural-Altay Türk Destanları'nda olduğu gibi geyiği
takip eden avcı hikâyesi ile başlar.
Destanda Seyyit Battal Gazi düşmanlarına şöyle seslenmektedir:
"Biz kurduz, siz koyunsunuz. Kurt, koyundan istediğini kesmez ve kişi kendi nimetini kimseye
yedirmez..." * (Battal Gazi Destanı, Sayfa: 181 - Akçağ Yayınları Dç.Dr. Hasan Köksal)
Battal Gazi; 8. Yüzyıl'da Anadolu'ya akınlar düzenlemiş; Malatya başta olmak üzere birçok ilde yurt
tutmuş ve yaptığı akınlarla fetihlerde bulunmuş, 1071'de Malazgirt'te Alparslan ile birlikte
Anadolu'nun kapılarını kapanmamak üzere Türkler'e açan Danişmendli Beyliği'nin kurucusu Danişmend
İbn-i Ali Taylu et Türkmanî'nin dedesi, yani büyük Atası, Beydilli Türkmenleri'nin de boy beyidir.
Nitekim Danişmendname'de şöyle denmektedir:
Melik Danişmend Gazi Resulün neslidir.
Müslüman kişidir, Türklük onun aslıdır. * (Danişmend Gazi Destanı'ndan...)
Her ne kadar Battal Gazi ile ilgili Arap olduğu iddiası mevcut ise de soy seceresi Danişmend Gazi
esas alındığında, O'nun Türkmen boy beyi olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Battal Gazi Destanı
baştan sona Türk Destan motifleri taşır. Battal Gazi Destanı'nın birçok bölümünde Battal Gazi'nin
erleri kurda, düşman askerleri ise koyuna benzetilerek; kurdun koyuna saldırdığı gibi Türkler'in
düşmanlara saldırdığı anlatılır. Bu anlatım şeklinin Gök-Türk kitabelerinde de aynı tabirlerle ifade
edilmesi güçlü bir geleneksel kültürel bağdır.
Battal; bol, geniş, ağır anlamına gelmektedir. Anadolu'da Türkmenler arasında gürbüz, iri, gözü kara
çocuklar için bu tabir hâlâ kullanılır. Battal kelimesi Abdal kelimesi ile de ilişkilendirilir. Ak
Hunlar'a Antik Yunan kaynakları Ephthalite, Abdel veya Avdel derken; Ermeniler, Aktalitler ve
Haital; Persler ve Araplar, Haytal veya Hayatila demektedirler. Battal ve Abdal kelimelerinin
etimolojik kökeni buraya dayanır. Battal Gazi'ye destanda Battal ismini, O'nu düelloda yenemeyen
Bizanslı Ahmer'in vermesi, Battal Gazi'nin ise Ahmer'i yenmesi ve onun İslam'ı kabul etmesi
nedeniyle Ahmer'e Battal Gazi'nin isim olarak 'Ahmet Turan' ismini vermesi manidardır. Zira 'TURAN'
ismi Türkçe kökenli bir kelimedir.
14. Yüzyıl'da yaşamış olan tıpkı Ahi Evren gibi Horasan Hoy'dan Anadolu'ya gelen Türkistanlı Hoca
Ahmed Yesevi dervişlerinden Türkmen Ereni olan Pîr-i Horasan Hacı Bektaşi Veli'nin Bektaşî
Tarikatı'nın mensubu olan ve Orhan Gazi ile birlikte erenleri ile Bursa'nın fethine savaşa katılıp
geyik üzerinde savaştığı için Geyik Abdal Musa olarak bilinen Alp Eren, Bursa'nın fethi sonrası
Antalya, Elmadağ'da tekke kurmuştur.
Abdal Musa ile ilgili rivayet ve menakıplarda Kaygusuz Abdal (Alaiye/Alanya) beyinin oğlu Gaybi
avlanırken attığı okla bir geyiği koltuğundan vurur. Yaralı geyik kaçar, Gaybi arkasından koşar.
Geyik Abdal Musa'nın tekkesine girer, arkasından avcı da girer, dervişlerden geyiği sorar. Dervişler
görmediklerini söylerler. Çekişme başlar. Olaya Abdal Musa karışır ve koltuğu altından kanlı oku
çıkararak Gaybi'ye gösterir.
Gaybi okunu tanır ve Musa'ya bağlanır. Alanya beyi oğlunu tekkeden kurtarmak ister ama Gaybi,
Musa'dan ayrılmaz. Bey, Teke (Antalya) beyine başvurarak oğlunun kurtarılmasını ister. Teke beyinin
gönderdiği ordu Musa'ya yenilir, Gaybi tekkede kalır. Bu rivayette tıpkı Ural-Altay Türk Destan
motifi mevcuttur.
ALA GEYİK; ANADOLU TÜRK EFSANE, ŞİİR VE TÜRKÜLERİNDE ÖNEMLİ BİR YER TUTAR
Alageyik efsanesine göre Serçeme köyünde dağ keçisi ve geyik avına çok meraklı bir genç yaşarmış.
Dağ keçisi ve geyik avından başka bir şey düşünmeyen bu genç, her zaman Serçeme kayalıklarında geyik
avına çıkarmış. Serçeme'de de güzel bir kız yaşarmış. Avcının gönlü avından sonra bu kıza düşmüş.
Serçeme köylüleri durumu anlayınca, delikanlıyı geyik avından vazgeçirip bu kızla evlenmesi için
kandırırlar.
Düğün gecesi genç, Serçeme kayalıklarında geyik seslerini duyunca gelini teli duvağı ile orada
bırakır, silahını kapıp geyiğin peşine düşer. Mevsim kış olduğu için kayalıklar su içindeymiş.
Geyiğin peşinden giden genç Serçeme kayalıklarındaki oyuklardan birine düşer. Her taraf buzla kaplı
olduğu için oyuklardan çıkamaz ve donarak ölür.